CİN DEĞİL AMA CİNYIS

Nereye baksak Cinyıs görüyoruz değil mi? Nedir Cinyıs? Dahi, deha anlamları dışında cin olmadığı halde cinlik yapmaya çalışanlardır ve ne yazık ki ülkemizdeki en büyük, en baş problem tam da budur.

 Aslında doktor değildir ama doktorluk yapar, edebiyat okumamıştır ama editörlük yapar. Psikoloji okumamıştır ama psikologtur. Yeter ki tanıdığı olsun, yeter ki ağzı iyi laf yapsın ve etkileme gücü olacak kadar öğrensin. Bu özelliklere sahip olduktan sonra aslında ne olduğunun pek de önemi yoktur. Çünkü çarpacağı adamlar nasılsa bilinçli davranmayacak, hakkında araştırma yapmayacaktır.

 Osmanlı Devleti’ni güçsüz düşüren, imparatorluk özelliğini yok eden özellik budur. Liyakatsiz insanların dümenin başına geçmesi. Tanzimat Dönemi’nde başlayan ‘Batı’dan neden geriyiz?” farkındalığı ile Avrupa’ya giden pek çok isim “liyakatsizliğe” değinmektedir.

 Ben edebiyat okudum. Liyakatim Türk dili ve edebiyatı üzerinedir. Okuduğum bölüm bana öğretti ki edebiyatın kendini var eden kuralları vardır ve bu kurallar aynı zamanda bir eserin değerlendirilmesi noktasında ölçütlerdir. Yazarlık noktasında roman, öykü ya da şiir dosyalarıyla ilgilenenlerin edebiyat ya da Türkçe okumamış olduklarını fark ettim ve buna çok üzüldüm. Bu, edebiyat açısından çok tehlikeli bir durumdur.

 Diğer yandan birçok edebiyat dergisinde yayınlanan metinlere baktığımda ölçütlerden uzak buluyorum. Bol bol anlatım bozukluğu yakalıyorum. Ortaya konulan metinlerin olay ya da durum hikayesi olduğunun farkında değil. Betimlemeden, tekniklerden uzak. İçinde ışıldayan bir alıntı yok.

 Sosyal medyada yeterliği olmayanlar yazarlık dersi vermeye, hikaye ya da roman yazmayı öğretme noktasında birbiri ile yarışıyor.

 Fizik okumadığı halde “kuantum fizik uzmanı’ adı altında insanların umutlarıyla oynayan tüccarlardan geçilmiyor. Doktor olmadığı halde ameliyat yapanların haberi yapılıyor.

 Cumhurbaşkanımızın diplomasının olup olmadığı hala tartışılıyor. Eline kase alan cilt maskesi tarifi veriyor. Psikoloji ve mutluluk reçetesi yazıyor.

 Diğer yandan işinin ehli olanlar bir köşede öylece oturuyorlar. İşinin başına geçen ve işinin diplomasına sahip olanlar ise görevlerinin amacından uzaktalar. İşlerini sevmediklerinin farkındalığını yaşıyorlar. Bu yüzden çoğu zaman sebepsiz yere azar ve hakaret işitiyoruz durmadan. Eğer biraz bilinçliysek kibirli kurnazlıklarıyla karşılaşıyoruz.

 Yani, diyeceğim o ki etrafımızı çevreleyen diplomasızlar ve işinin diplomasına sahip olmasına  rağmen işini sevmeyerek yapanlarla ya da işinin derinliğine ulaşamayanlarla yaşıyoruz. Tanzimat’tan bu yana sadece farkındayız. Ahlaklı, çalışkan, dürüst bilinci hala oluşturmaya çalışıyoruz.

Dolu olduğu için başı önüne düşen başaklardan başlarını kaldırmalarını umuyoruz. İşte o zaman bir çok şeyin değil her şeyin olması gerektiği gibi gerçekleşeceğini iyi biliyoruz.

 Gülün gerçek bahçıvana, hastanın gerçek doktora, öğrencinin gerçek öğretmene, edebi metinlerin gerçek editörlere… Ve bu gerçekliliğin denetimli bir zorunluluğa dönüşmesi hayaliyle…