“İnsan bu, birinden nur akar, birinden kir” diyen şair ne güzel söylemiş.
Günümüzde öylesine insanlar var ki kendilerini bulunmaz Hint kumaşı zannederler. Kendilerini bulunmaz Hint kumaşı zanneden bu zatı muhteremlerin ne dost oldukları bellidir, ne düşman oldukları bellidir. Yaşantılarında sadece kendileri vardır. Bu zatlara göre bunlar olmasa dünya batar, bulundukları kurumlarda işler yürümez, yerleri doldurulacak insanlar değillerdir.
Bu zatı muhteremler görünüşte o kadar ahlaklı, doğru, dürüst, dost canlısı, vefalı, mütevazı insanlardır ki anlatamam. Bu meziyetlerin yanında göstermelik gülücük dağıtırlar, “canım, cicim, balım, hayatım” diye konuşurlar. Sanırsınız ki samimi, candan ve gerçek bir dostturlar. Ama işin özüne gelince kazın ayağının hiç de öyle olmadığını görürsünüz.
Göstermelik gülücüklerin, canımın, cicimin, sahte olduğunu bu fesatlığın, münafıklığın ve içten pazarlığın arkasında ikiyüzlülüğün yattığını görürsünüz. Bu sahteliğin ve ikiyüzlülüğün altında ayağınızı kaydıracak bir oyun, plan vardır.
Kaderden midir, talihten midir nedir doğup, büyüdüğüm Kırşehir’de kime “dost” dediysem bacağımı ısırdı, kime “arkadaşım” diye güvendiysem beni sırtımdan vurdu, “kime kardeşim” dediysem iftira attı.
Çalıştığım dönemlerde üst makamlara hakkımda yalan yanlış bilgiler verdi, kime “abla” dediysem yerimden oynatmak için her türlü planı yaptı. Tabi bu tayfalar kendilerini akıllı ve uyanık sandıkları için bu oyunları bilmediğimi zannettiler.
Oysa yaşantım boyunca kalburun altında da, üstün de de kalan birisi olarak etrafımda dönen olayların tamamen farkındaydım ama sadece susmayı tercih ettim.
Hani Mevlana’nın dediği gibi suskunluğum asaletimdendi.
“Bir lafa baktım laf mı diye, bir de söyleyene baktım adam mı?” diye laf laf değilse, söyleyen de adam değilse cevap verme gereği duymadım. Ama bu asaletli duruşumun karşısında da kaybeden ben oldum. Çünkü dünya dalkavukların, fırıldakların dünyası olmuş.
Yapılan bu çirkinliklerin arkasında yatan menfaat, çıkar ve bencillik var. “Oğlumu işe girdirebilir miyim, kızımı tayin ettirebilir miyim, Ahmet Beye, Mehmet Beye, Osman Beye iftira atarak, hakkında yalan beyanlarda bulunarak karalayıp kardeşimi onun yerine getirebilir miyim?” hesabı yatmaktadır. Yani hep “benim tarlama, benim cebime, benden sonrası tufan, hep benim olsun, benden olsun” anlayışı bu.
Maalesef öbür dünyada yatacak yeri olmayanlar, bu dünya da köşeler de yer tutmuşlar buna da üzülmemek elde değil.
Siz bakmayın insanların sahte gülücüklerine, güzel güzel, sosyetik sosyetik giyinişlerine, tatlı dillerine, ablacığım, ağabeyciğim, beyefendi, hanımefendi demelerine mütevazı ve samimi görünmeye çalışmalarına. Onların içinde öyle bir şeytanlık var ki anlatılması zordur. Çünkü Allah korkusu, vicdan, merhamet kalmamış içlerinde.
Türkiye’de olduğu gibi Kırşehir’de de bir garip hal almış insanlar. Dindar geçineni, Atatürkçü geçineni, çağdaşı, sosyetiği, kotlusu, şortlusu, enteli, danteli, açığı, kapalısı, hacısı, hocası menfaat, bencillik ve çıkar çizgisinde birleşiyorlar.
Hani TBMM’de hükümetle, muhalefet birbirlerini yerler, aşağılarlar, küfür ederler, kavga ederler ama kendi çıkarlarına, ceplerine gelince fire vermeden hep birlikte hareket ederler ya onun gibi menfaat uğruna, çıkar uğruna yapmadıkları çirkinlikler olmayacağı gibi her kategoriden insanlar da aynı nokta da birleşiyorlar.
Kırşehir’de anlayamadığım konulardan birisi de bazı yerlere kapağı atmış birileri oraları kimselere kaptırmıyorlar, istedikleri gibi at oynatıyorlar, çevre ediniyorlar, protokole giriyorlar, sahte gülücüklerle, samimiyetlerle, sevgi gösterisiyle içlerinde ki şeytanı öylesine saklıyorlar ki anlamak ve görmek mümkün değil. Bulundukları yeri dahi kendi menfaatine göre kullanıyorlar.
Yukarıda bahsettiğim gibi “oğlumu işe girdireyim, kızımı tayin ettireyim, yalanlarla, iftiralarla Ahmet beyin, Mehmet Beyin, Osman Beyin ayağını kaydırayım, onun yerine kardeşimi getireyim, üst makamlara karalayayım…” Düşünce tarzı bu.
Peki uyanık, menfaat ve çıkar tayfası Ahmet bey, Mehmet Bey veya Osman bey boğazlarına durursa, attıkları ok kendilerine dönerse ne yapacaklar?
Oynadıkları oyunlar, aylardır yaptıkları planlar bozulursa, Kırşehir’in cadde ve sokaklarında nasıl gezecekler? Ahmet Beyin, Mehmet Beyin, Osman Beyin yüzüne nasıl bakacaklar bunları hesap ediyorlar mı?
Memleketi kendilerinden ibaret zannederek “biz ne istersek o olur!” hesabını mı yapıyorlar, meydanı kendilerinin mi zannediyorlar?
Elbet ki bizler meydanı o şeytanlara bırakmayacağız, gerekirse arkamızdan neler çevrildiğini birilerine bildireceğiz, gerekirse basınla paylaşacağız, hiçbir şey yapamazsak sosyal medya da o kişileri teşhir ederek yaptıklarını anlatarak içlerindeki şeytanlıkları gün yüzüne çıkaracağız.
Anlayamadığım hususlardan birisi de Kırşehir’de birileri bir yere gelince oradan kalkmak istemediği gibi diğer birimlere de el atarak sahip olmak istiyorlar. Ne kadar yakını, oğlu, kızı varsa bir yerlere getirmeye çalışıyorlar dünyayı ve hayatı kendilerinden ibaret zannediyorlar. Sanki Kırşehir’de o işi yapacak, o yerlere gelecek onlardan başkası yok.
Hadi onlar bir yanlışlık sonucu hasbelkader bir yerlere geldiler diğer köşeler de kardeşlerinin, oğullarının, kızlarının veya yeğenlerinin mi gelmesi gerekiyor, onlar kendilerini bulunmaz Hint kumaşı mı zannediyor veya onlar ve yakınları Cumhuriyet altınının üzerinde mi oturuyor?
Sahte gülücükler, mütevazılıklar gösteren sahte insanlar sizler kimsiniz, necisiniz, Kırşehir’de sadece sizler mi varsınız?
Şunu bilmelisiniz ki Ahiliğin, Türk Dilinin ve Kültürü’nün Başkenti, Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş kararı alındığı Kırşehir’de analar öyle evlatlar doğurmuş ki sizler onların kesip attığı tırnak olamazsınız.
Eeeee yıllar önce ozanın birisi “Zaman uçtu ucu kaldı, insan bitti sahtesi kaldı!“ diyerek her halde bu günlerden bahsetmiş.
Maalesef bazı insanlarda insan yüzü kalmamış yerini camız derisi almış.