Bu haftaki köşemizde yine siyasetin değişken dinamiklerinin derinliklerini irdeleyeceğiz. Biliyorsunuz MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli “Aday belli, karar net” diyerek önümüzdeki yıl Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde koşulsuz, şartsız, tartışmasız AKP Genel Başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ı destekleyeceklerini açıkladı.
Teşkilatlarına da “Köy köy gezin anlatın” dedi. Ancak toplumda, bilhassa da hem ülkücü taban hem de AKP tabanı gayet iyi biliyor ki Cumhur İttifakı partilerin tabanlarında istenildiği gibi tutmuş değildir. Ülkücü taban hızla Cumhur İttifakından uzaklaşmaya devam ederken AKP’nin MHP’ye jest yapıp Meclis’e girebilmesi için seçim barajını yüzde 7’ye düşürmesi dahi anketlere bakıldığında hali hazırda yetmeyecek gibi gözükmektedir.
Peki neden? Bunun nedenlerini anlamak için çok eskilere değil 6-7 yıl öncesine gitmek yetmekte, çözüm/çözülüş sürecinin toplumsal hafızasındaki derin hasarlarının dinamiklerini hatırlamak yeterlidir. O dönemde yaşanan beka sorunu sebebiyle Sayın Devlet Bahçeli Sayın Erdoğan’dan hiçbir zaman Cumhurbaşkanı olamayacağını kendince somut delil ve nedenlere dayanarak Ülkücü camianın hafızasının derinliklerine her fırsatta kazımıştı.
Bakın 2014 yılında yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri için Sayın Bahçeli’nin bir konuşmasındaki cümleleri yorumsuz olduğu gibi hatırlayalım:
“Bu yüce makama seçilecek şahsiyetin şaibeden uzak temiz sicile sahip olması şarttır. Türk milleti kral seçmeyecek, bir diktatör muavinine koltuk ihdas etmeyecektir. Hakkında hiçbir şaibe olmayan tertemiz bir isme cumhurbaşkanı olma şerefini verecektir. Önce özerkliğe, arkasından Kuzey Kürdistan’a açık kapı bırakandan cumhurbaşkanı olmaz. Toplumu kamplara ayırandan, milleti 36'ya ayırmaya çalışandan cumhurbaşkanı olmaz. Teröristlere kucak açandan cumhurbaşkanı olmaz. Twitter’ı engelleyen, YouTube’u kapatan, hürriyetleri budayandan cumhurbaşkanı olmaz. Adaletten kaçandan, rüşvetçilere ve hırsızlara kol kanat gerenden cumhurbaşkanı olmaz. Villalara balya balya dolar yığandan, kamu arazilerini zimmetine geçirenden, evdeki parayı sıfırlarken haysiyet ve inandırıcılığını da sıfıra düşürenden cumhurbaşkanı olmaz. TSK’ya kumpas kurandan başkomutan olmaz. Türklüğü reddeden, TC’yi silen, milliyetçiliği ayaklar altına alan bir inkârcıdan Türkiye’ye cumhurbaşkanı olmaz, olamaz, olamayacaktır. İki yanlıştan bir doğru çıkmaz, tekeden süt sağılmaz, balda tuz bulunmaz, suda ateş yanmaz, Recep Tayyip Erdoğan'dan da Cumhurbaşkanı olmaz. Siyasi görüşü, fikri aidiyeti mezhebi ve yöresi ne olursa olsun, ister AKP'li, ister MHP'li, ister CHP'li olsun, her vatan evladı Cumhurbaşkanı olabilir, ne var ki Erdoğan olamaz, milletin terazisi bu sıkleti çekmez.”
Yukarıda sözleri belki bazılarınız hatırlamadınız ve “vay be ne kadar ağır konuşmuş” deyip Cumhur İttifakının nasıl kurulmuş olabileceğini dahi sorguladınız. Ancak bu konuşma ülkücü camiada asla unutulmayacaklar arasında en başlarda olduğunu söyleyeyim. Bu konuşma Cumhur İttifakının bilhassa ülkücü tabanda neden tutmadığının anlaşılması açısından da önem arz ediyor. Sayın Bahçeli Meclis’te grubunda yukarıdaki konuşmayı yaparken dinleyen tüm MHP milletvekilleri ve ileri gelenleri ayağa kalkarak uzun süre ellerini patlatırcasına alkış tutmuştu. Şimdi aynı kişilerce o alkışın ‘adayımız belli, kararımız net’ sözleri ile Sayın Erdoğan’a yapılıyor olması siyasetin şartlara göre değişken ruhuna uygun olmakla birlikte siyaset bilimi kriterlerine göre incelenmesi gereken bir vaka olduğu da bir gerçektir.
O dönem Sayın Erdoğan’ın Sayın Bahçeli’ye yönelik ağır hakaretlerine konumuz olmaması nedeniyle şimdilik girmiyorum. Sayın Bahçeli daha sonra çok değil daha 2015 yılındaki bir tweetinde “Erdoğan ve AKP milli güvenliğimiz için en az PKK kadar tehdittir” şeklinde bir paylaşımda dahi bulunmuştu. Hatta Sayın Bahçeli’nin 2015 yılında Elazığ’da bir mitinginde söylediği şu sözler (ki hicap duyduğum bazı kelimeleri sansürlemeyi uygun gördüm, sansürsüz halini internette pek çok sitede bulabilirsiniz) hala kulaklarımızda yankılanmaktadır;
“Bak Sayın Erdoğan, MHP Genel Başkanı olarak, bölücü HDP’nin Meclis’e girmediği takdirde kaos olur türünden bir beyanatım varsa ve sen bunu somut şekilde, yer ve zamanını göstererek açıklayamıyorsan, tekrar ifade ediyorum, alç…, şe...sin. Erdoğan, sen nasıl bir Müslümansın? Hadi Cumhurbaşkanı olmanı geçtik de, nasıl bir insansın?”
Bu sözleri bugün muhalif bir kesimden, mesela 6’lı masadan birisi Sayın Erdoğan’a söylese sanırım Sayın Bahçeli o kişinin derhal idamını dahi isteyebilecek, meydanlarda urganlar atacak kadar öfkelenebilecektir.
Günümüzde MHP Cumhurbaşkanı adayı olarak tartışılmaz ve NET bir şekilde Sayın Erdoğan’ı desteklemektedir. Yani Sayın Bahçeli kendi sıraladığı imkânsız şartları bir şekilde bertaraf etmiş, “Tekeden süt sağmış, suda ateş yakmıştır.” Bu sert ‘U’ dönüşünün sebeplerini MHP genel merkezi kendilerince haklı nedenlerle elbette izah etmekte, 15 Temmuz hain darbe girişimi ile ülke ve millet bekasının tehdit altında olması temel sebep ve gerekçe gösterilmektedir.
MHP’nin bu dönüşüm hamlesindeki temel gerekçesi 15 Temmuz hain darbe sonrası şiar edindiği BEKA meselesi olmuştur ancak bununla birlikte beka sorununun hain darbe girişimi sonrası bertaraf edilmesine rağmen Cumhur İttifakı için başat gerekçe ve dayanak olarak kullanılmaya devam etmesinin ülkücü tabanı ittifakta tutmaya artık yetmediği nedense görmezden gelinmektedir.
15 Temmuz sonrası devletin tüm organ ve kademelerinden FETÖ’cülere neredeyse selam verenler dahi uzaklaştırılmış, cezaevleri hınca hınç Fetö’cülerle doldurulmuştur. Hain darbe girişimine endeksli öne sürülen beka gerekçesi bu bağlamda bertaraf edilmiş olmaktadır. Oysaki genel anlamda değerlendirecek olursak zaten Türk milletinin beka meselesi Türk Milleti tarih sahnesine çıktığından beri, Anadolulun beka meselesi ise 1071 yılından beri hep vardı, bundan sonra hayatın bir gerçeği olarak da hep olacaktır. Elbette beka söylemi siyaseten tek başına Cumhur İttifakının var olma gerekçesi olarak zorlandıkça inandırıcılığını kaybetmekte, MHP’nin muhalif parti olduğu gerçeğini tamamen bırakması da tabanda kabul görmemektedir. Zira genel anlamda beka meselesi kardeş kavgalarının olduğu 70’lerde de, MHP’nin AKP’ye karşı en sert muhalefeti yaptığı 2000’lerde, çözüm/çözülüş sürecinin yaşandığı 2010’larda da vardı. Ancak bu genel anlamdaki beka meselesi MHP için iktidara karşı muhalefet yapmasına asla mani değildi. MHP beka söylemi ile hiçbir şeye şerh koyamaz, itiraz edemez, eleştiremez oldu. Cumhur İttifakı zamanla seçim dayanışmasından daimi beraberliğe dönüştü. Ancak bu beraberlik maalesef MHP’nin tek taraflığı desteği, Ak Partinin ise devleti ve devlet olanaklarını tek başına kullanması, MHP’yi sadece ve sadece hükümet icraatlarını savunan bir küçük ortak noktasında işlevselleştirmesi ile devam ediyor intibaı vermeye başladı.
İktidar onca rant, ekonomik başarısızlıklar, yolsuzluk, adam kayırma ve adaletsizlikler suçlamalarıyla muhatapken onu koşulsuz desteklemeye devam eden MHP’nin, olurda gün gelip iktidar değiştiğinde o iddialarla ilgili millet mahkemelerde iktidardan hesap sorması ihtimalinde ne yapacağı, ülkücü camianın içinde bulunacağı açıklanamaz ve savunulamaz duruma ilişkin nasıl bir izahat yapılacağı düşünülmüş müdür?
“Beka sorunu var” deyip ekonomik çöküşe susmak, iktidarın muhatap olduğu rant, yolsuzluk, ülke olanaklarını birine peşkeş çekmek gibi suçlamalar karşısında ses çıkarmamak, en azından iddialarının doğru olup olmadığını araştırmamak ne toplumda ne ülkücü tabanda kabul gören bir tutum değildir. “Beka var” deyip AKP kusursuzmuş gibi iktidar aleyhine var olan her türlü hukuksuzluk, haksız menfaat, rant gibi suçlama ve iddialar karşısında MHP’nin sessizliği seçmesi ülkücü tabanda öfke ve tabandan kopuş olarak sonuçlanmaktadır.
Tüm bu olumsuzluklar ve siyasal kangren hali MHP’nin köklü bir dava partisi olarak geleceğini de karartmakta, Türk Milliyetçisi kimliğine de derin hasarlar vermektedir. MHP Cumhur İttifakına ne kadar inanırsa inansın, ne kadar savunursa savunsun özünde binlerce yıllık Türk varlığının ideolojisinin cisimlendiği bir dava partisi olduğunu asla unutmamalı, muhalif karakterinden tavizler vererek ülke ve millet aleyhine olabilecek hiçbir iktidar tasarrufuna sessiz kalmamalıdır. Bu tarihin, şehitlerin ve ülke geleceğinin MHP’nin omuzlarına yüklediği partiler ve siyaset üstü bir misyondur. Milyonlarca ülkücü özüne ve değerlerine geri dönecek bir MHP’yi özlemle beklemektedir.
Yeri gelmişken son bir not olarak değinmek isterim ki; yukarıdaki tüm söylem ve tartışmaların karşı tezi olarak MHP lideri Sayın Bahçeli’nin halen eski görüşünde olduğu ancak bu ittifak sayesinde AKP’yi ve Erdoğan’ı kontrol altında tutarak AKP’nin eski siyasetlerine (çözüm/çözülüş süreci, BOP eş başkanlığı v.s.) dönmelerine mani olduğu da bazı kesimlerce ileri sürülmektedir. Bu savın da elbet kendi içinde tutarlı gerekçe ve dinamikleri vardır ve ileride başka bir yazıda bu tezi de masaya yatırıp tartışmayı planlıyorum.
“İman öyle bir şeydir ki tekeden bile süt çıkartır.”
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan (2017, Hakkâri)