“Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken, pire berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallarken…” şeklinde tekerleme ile başlayan tadına doyulmaz masallar dinleyerek büyüdük bizler.

BAŞKAN DEMİRCİ, KAMAN’DA EĞLENCEYİ ZİRVEYE ÇIKARACAK BAŞKAN DEMİRCİ, KAMAN’DA EĞLENCEYİ ZİRVEYE ÇIKARACAK

Rahmetli Meryemninemin uzun kış gecelerinde bizleri etrafına toplayarak anlattığı o heyecan dolu ve hayat dersi veren masalları soluk almadan dinler, bir sonraki gece yeni bir masal daha dinleyeceğimizi umut ederek huşu içinde yataklarımızda uykuya dalardık.

Masallar, bozkırın çocukları için sadece bir eğlence aracı değil aynı zamanda onların hayal dünyasını şekillendiren motiflerdir de... Masal kahramanı fakir ancak dürüst ve cesur olur, her zaman iyi olan kötü olana galip gelir ve mutlaka mutlu bir sonla biterdi: Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…

Masallar; yoksul kalmış, ezilmiş ve hor görülmüş mazlumların en büyük başkaldırı ve isyan hikâyeleridir. Gerçekte masallar çocukları uyutmak, büyükleri uyandırmak için anlatılır. Hani, hepimizin çok severek dinlediği bir şarkıda, “Bana bir masal anlat baba, içinde tüm oyunlarım, kurtla kuzu olsun, şekerle bal. Anlatırken tut elimi, uykuya dalıp gitsem bile, bırakıp gitme sakın beni!” sözleri vardır ya işte, bu sözlerdir bize insan olduğumuzu hatırlatan.

La Fontaine Masalları, Andersen Masalları dünya çapında üne kavuşurken, Anadolu Masalları boynu bükük kalmıştır. Oysa her masal, bu zengin toprakların izini taşır. Her masal, Anadolu insanının kadim kültürlerle yoğrulmuş hayal dünyasını yansıtır.

Anadolu Bilgesi Ezop’un “Ağustos Böceği ile Karınca” masalını okumamış, en azından duymamış olanımız yoktur. Ama ben yine de hatırlatmak isterim:

“Eğlenmeyi ve eğlendirmeyi çok seven ağustos böceği tüm vaktini sürekli keman çalarak ve şarkı söyleyerek geçirirmiş. Kendini o kadar eğlenceye kaptırırmış ki bütün yaz çalışıp çabalayarak evine yiyecek stoklayan karıncanın uyarılarını hiç dinlemez, hatta onunla alay eder, dalga geçermiş. Derken yiyeceğin bol olduğu sıcak yaz günleri bitmiş, yiyeceğin tükendiği soğuk kış günleri gelmiş. Ağustos böceği açlıktan ve soğuktan perişan bir haldeyken, bütün yaz çalışarak bin bir emekle yiyecek biriktiren çalışkan karınca gelmiş aklına! Karıncanın kapısını çalmış ve utanç duyarak ödünç yiyecek istemiş ondan. Karınca: “Bütün yaz gezip eğlendin, üstelik benimle de dalga geçtin. Kusura bakma! Yaptığının cezasını çekmelisin.” diyerek kapıyı ağustos böceğinin yüzüne kapatmış. Ağustos böceği de mahcup bir şekilde oradan ayrılmış…

Ağustos Böceği ile Karınca masalından çıkartılması gereken dersler vardır; mesela çalışkan olmanın mükafatı, tembel olmanın acizliği ve sadece bugünü değil yarını da düşünmenin önemi gibi… Her ne kadar bu masalda, müziği ve genel anlamda sanatı yermek ve kötülemek gibi bir niyet olmasa da bu tür masalları dinleyerek hayal dünyasını genişleten, kişilik ve karakter oluşturan çocuklarda, keman gibi bir müzik aleti çalmanın, şarkı söylemenin, sanat icra etmenin aç kalmak, vakti boşa geçirmek, yararsız iş yapmak veya tembellik yapmak şeklinde algılanmasına yol açabilir.

Elbette çalışkan ve sorumluluk sahibi olmak, geleceğe hazırlık yapmak önemlidir. Ama hayat sadece hep yarını düşünerek çalışmaktan ibaret değildir. Sanat, insanların ruhunu, yaratıcılığını ve hayal gücünü besler; güzellik, estetik ve heyecan uyandırır. Eğer insan hayatından edebiyat, müzik, resim, tiyatro, sinema, mimarlık ve heykeltraşlık gibi sanat kollarını çıkartırsanız geride çok yavan, tasız ve tuzsuz bir yaşam kalır. Bakınız, Büyük Atatürk ne diyor: “Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu ifade söz ile olursa şiir, nağme ile olursa musiki, nakş ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur.”

Bir sanatçı kendi sanatını icra ederken başkalarının da yaşamına dokunur, verimliliğini yükseltir; geleceğe daha umutlu bakmasını, hayattan zevk almasını sağlar. Eğer sanatçılar ve o çok kıymetli eserleri olmasaydı dünya tarihi nasıl yazılacaktı? Pablo Picasso “Sanat, ruhumuzu gündelik hayatın tozlarından temizler.” derken, Bernard Shaw “Sanat var olmasaydı, gerçeğin kabalığı dünyayı çekilmez kılardı.” demiştir.

Her nedense bazı katı gelenekçi toplumlarda ağustos böcekleri pek sevilmiyor, dışlanıyor, küçümseniyor, horlanıyor, kötüleniyor ve hatta yaşama hakkı tanınmıyor. Kendileri gibi düşünen, konuşan, inanan ve giyinen bir toplum yaratılmak isteniyor. Farklılıkların gerçekte zenginlik olduğu düşünülmüyor. Hâlbuki yaşam; rengin bütün tonları, kokunun bütün rayihası, tadın bütün çeşnisi ve sesin bütün notaları ile güzel! Nasıl ki toplumun tamamı ağustos böceği olamaz ise tamamı karınca da olamaz. Mideye ve bedene hizmet edenler kadar yüreğe ve ruha hitap edenlere de çok ihtiyacımız var.

Biz bozkırın çocukları da bir karınca gibi yetiştirildik. Hep karınca fedakarlığı ve özverisiyle, kendi bireysel çıkarlarımızdan ziyade ailemizin ve toplumun çıkarlarını gözeterek, iş bölümüne ve organizasyona dayalı bir karınca kolonisinde yığınla benzerleri olan bir işçi karınca gibi çalışsın istendik. Oysa ben, sadece kendisine biçilmiş görevi eksiksiz yerine getiren, fedakâr ve bir o kadar da sadakatli sıradan sıradan bir işçi karınca olmak yerine, bir ağustos böceği gibi farklı olmayı tercih ederdim. Varsa eğer özel bir yeteneğimin keşfedilip bir sanatçı gibi yetiştirilmeyi, karıncalar gibi var olduklarından beri hep aynı rutin işleri yapanların gönül tellerine dokunacak eserler vermeyi isterdim…

Herkes çocuklarının ileride doktor, eczacı, veteriner, mühendis, öğretmen, avukat, hâkim vs. olmasını istiyor ama özel yeteneklerini keşfedip sanatçı olmaları için çaba harcamıyor. İşte, bu nedenle, aşıklar diyarı Anadolu bozkırlarında az sayıda sanatçı çıkıyor.

Ne var ki bozkırın kıraç toprakları, zorlu şartlara rağmen, az ama öz sanatçılar yetiştirmiştir. Aşık Veysel, Bedia Akartürk, Belkıs Akkale, Emel Sayın, Gülşen Kutlu, Hamiyet Yüceses, Mahzuni Şerif, Musa Eroğlu, Muzaffer Sarısözen, Müzeyyen Senar, Münir Selçuk, Nezahat Bayram, Nida Tüfekçi, Neşet Ertaş, Ruhi Su, Sabahat Akkiraz, Sadettin Kaynak, Safiye Ayla, Yıldıray Çınar, Yusuf Nalkesen, Zeki Müren, Ziya Taşkent gibi daha pek çok Türk Sanat ve Türk Halk Müziği sanatçıları bu toplumun karıncaları arasından çıkmış ağustos böcekleridir.

Bu sanatçılar, farklı medeniyetlerin ve kültürlerin harmanlanmasıyla vücut bulmuş kadim Anadolu’nun dili, tarihi, kültürü, inancı, töresi, geleneği, göreneği ve adetleri ile damıtılıp Türk halkının gönlünde taht kurmuş olan sanatçılardır.

Ozanlar diyarı, Ahiler şehri Kırşehir’de doğup büyümüş, Anadolu bozkırın yetişmiş, bozlak türküleriyle Türk halkının gönlünde taht kurmuş, sıradan bir karınca olmaktansa bir Ağustos böceği olmayı seçmişbozkırın tezenesi Neşet Ertaş bakınız ne diyor: “Nerede bir türkü söyleyen görürsen, korkma otur yanına! Çünkü kötü insanların türküleri yoktur..."

Sevgiyle ve sağlıcakla kalınız…

Kaynak: (HABER MERKEZİ)