Babası Gara Gadir ve dayısı Baston Bekir çiftçilik ve hayvancılık la geçinen, bunun yanında boş zamanlarında mevsimi açıldığında amatörce avcılık yapan kişilerdi. Av ve avcılığın onların yaşamında apayrı bir yeri vardı. Başlarından olmadık olaylar geçmiş, yerine göre ölümle burun buruna gelmişlerse de bu onları yıldırmamış, avladıkları beş on keklik, birkaç ördek, güvercin, sığırcık, kaz, yerine göre tavşan onlara moral olmuştu. Hele dayısı Baston Bekir topal ayağına aldırmadan soğuk ve kapalı bir havada avlanmak için evinden ayrıldığında ne bilecekti ki kar ve tipiye tutulup güç bela canını kurtardıktan sonra yakın bir köye ulaşıp orada bir ay mahsur kalacağını.
Avcı meclislerinde yalana pek itiraz olmaz, herkes kendisini bir başka avcıdan üstün göstermek için yalana başvururlardı. Babası Gara Gadir ve dayısı Baston Bekir başları sıkışmadıkça av ve avcılık mevzusunda pek yalana tenezzül etmezlerken çocukluğundan beri onların yanında yetişerek bir şeyler öğrenip aradan geçen yıllar içerisinde kendisini bu sporun içerisinde bulan Üssük acaba kime çekmiş olacak ki avcılık da dahil her hangi bir hususta başı sıkıştıkça yalana sarılmış ve ondan medet umar olmuştur.
Babası ve dayısı ölünce onların arkadaşı Kömür Abdullah’la ara sıra av arkadaşlığı yapmıştı, acaba ona çekti dense arada kan bağı yoktu. Vakti zamanında Kömür Abdullah Kervansaray dağında avlanırken son mermisi kalmıştı, tetik elde gezerken aniden önüne çıkan tavşana tek kırma tüfeğini nişan alamadan ateşler. Mermiden çıkan saçmalar tavşana isabet etmese de işin ucunu bırakmayıp kovalamaca sonu tavşanı bir yerde al aşağı ederler.
Tavşanı av dağarcığına koyan Kömür Abdullah eve dönerken önüne daha henüz o dağlarda izine pek rastlanmamış bir geyik çıkar. Mermisi olmayan Abdullah tüfeğine erik çekirdeği doldurup tetiğine dokunur, geyik isabet almış ve olduğu yere yığılmıştır. Sevinçten gözleri ışıl ışıl yanan Abdullah can çekişen geyiği boğazından keseceği sırada geyik kendisini toparlayıp kaçar. Aradan iki yıl geçtikten sonra Abdullah arkadaşlarıyla bir av dönüşü o geyiğe rastlar. Birde ne görsün geyiğin sol böğründe ve boynunda yapraklarını yeni açmış iki adet erik fidanı. Dinleyenler içinde kendisi gibi avcı olan Başdövenin Veli “atmaaa Abdulla atmaaa” diye itiraz etti. Buna içerleyen Kömür Abdullah “Ula Veli; sen gışın bi metre garda yılanı vuruyon yalan olmuyo da beniği mi yalan oluyo dürzü”.
Gerek babası Gara Gadir gerekse dayısı Baston Bekir pek sıkışmadıkça yalana sarılmazken acaba Üssük yalanı sanat eden avcılardan Kömür Abdullah’ın yanında Halidin Şıh’a, Irıza Hoca’ya, ya da Başdövenin Veli gibi köyde avcıyım diye geçinenlerden kime özenmiş, kime benzemişti.
Meraklıları Üssüğün yalan attığını bile bile dinliyorlar bu vesile ile vakit geçiriyorlardı. Üssük’de “millet beni dinliyor” diye zevk alıyor, sigarasından bir nefes çekerken diğer yalanını hazırlıyordu. Üssük Horla köyüne kerpiç kesmeye gittiğinde istirahat zamanı Seyfe gölüne ava gider, bir kaz vursa saçmalar kazı deviremez. Kaz az sonra kendisine gelince düşe kalka havalanır, ölümle yaşam arasında uça uça amelelik yaptığı adamın can telaşıyla ahırının üstüne gelip konar. Az sonra ahırın orta kirişi kazın ağırlığına dayanamayarak kırılır ve dam aniden çöker. Ahırda bulunan eşeği köylüler zor kurtarırlar.
Dağda davar otlatan çobanlar başka bir köyden düğün davetiyesi alırlar. Üssük o sene bir ağanın koyunlarını otlatmak için çoban durmuştur. Çobanlar düğüne gitmek için düğüne çağrılmayan Üssüğe gönlünü ederek bir geceliğine sürülerini teslim ederler. Onlar gittikten sonra Üssük davar sürüsünü otlatmakta zorlansa da vakit gecenin bir yarısı olmuştur. Yorgun ve açtır. Toparladığı yakacakların altını ateşleyip pilavın suyunu derme çatma ocağın üzerine koyduktan bir müddet sonra gecenin sessizliğini köpek havlamaları ve kurt ulumaları bozar. Kurtlar sürüye saldırmıştır. Üssük bunu anlamasıyla kurtlara narayı atar. Kurtlardan yaşlı olan birisi “ula Allağan avcısı sen ölmedinmi, daha yaşıyon mu”? Az sonra sesler kesilir.
Gara Gadir’in Üssük bir kış mevsiminde hanımı Yeter’le birlikte Mersin’de polis olan oğlu Kadir’i ziyarete giderler. Bir hafta sonra dönüş için izin isteseler de Kadir ve gelini ”baba şimdi köy çok soğuk olur, burası sıcak memleket, yerimiz geniş gidip de ne yapacaksınız” diyerek dönüşlerine mani olur. Üssük kahve ve kötü alışkanlığı olmadığı gibi bunun yanında aslında işini hilesiz yapan iyi bir ameledir. Boş gezmeyeyim diye çarşıdan kazma ve kürek bel satın alarak sağda solda çalışarak üç beş lira biriktirir.
Dört ay kadar Mersin’de kalsalar da karı kocanın köy gözünde tütmektedir. Oğlu ne kadar ısrar etse de köye dönerler. Üssük birkaç gün sonra tüfeğini aldığı gibi avlanmak için dağlara çıkar. Hani derler ya “avcılar bir gün av eti, kırk gün taban eti yerler” diye, şans bu ya o tepe senin bu tepe benim dolaşsa da akşama doğru köye eli boş döner. Elinin boş olduğunu gören birisi “ne o ula üssük, boğon avdan niye eli dönüyon? Üssük bu, lafın altında kalır mı “ula tertip şunun şurasında dört ay Mersin’e oğlanı görmüye gittik davşanlar beni unutmuş, gören gaçtı”.
Melağan İreşit iki oğlunu yanına alarak Ekinbitmez denilen yerdeki tarlasını yoklamaya gider, maşallah ekinler bolca yağan rahmetten bayağı gürleşmiş, ‘horoz kuyruğu' boyuna ulaşmıştı. İreşit’in tarlayı o vaziyette görünce yüzü güldü “Allah izin verirse güze doğru nişanlı olan büyük oğlum Mesut’a düğün yapacağım, haliyle paraya da ihtiyacım vardı” diye düşüncelere daldığında kulağına gelen zil ve meleyen koyun sesleri onu kendisine getirdi. Az sonra yanlarına yanında iki köpekle beraber o yıl davar çobanlığı yapan Üssük geldi. Selamlaşmadan sonra eski bir çoban olan İreşit “oğlum yaylım nasıl, gerçi ot da iyi görünüyo ya. Gine esgisi gibi gomşu köyün gır bekçileri sizleri ıraatsız idiyo mu” gibi sorular sordu. Ağzına bir sigara tutuşturan Üssük elindeki deyneğe yaslanarak “onu bunu boş ver de İreşit ağa canavarlardan halım bek perişan yerif, şurada bağrım dutup da olduğum yere bi uzansam canavarlar ayağamdakı çoraplarımı çıkarıp bununla beraber cuvara paketimi de alıp götürüyollar”.
Köyünde işini bitiren bazı aileler kışa doğru evinin kapısını kapattığı şehirdeki evine taşındığından Üssük yalan atacak adam sıkıntısı çeker. Birikimlerini sarf edemediğinde içi daralmaktadır, bir pazartesi günü alış veriş bahanesiyle şehre gelir. Pazarda işlerini bitirdikten sonra dolmuşun kalkış saatine kadar vakit geçirmek ve içindekileri aktarmak için köylülerinin bulunduğu bir parka gelip iki köylüsünün oturduğu banka oturur. Sağdan soldan derken onu görenler başına üşüşür. Herkes yarı yalan yarı doğru bir şeyler anlatırken mahsustan ona laf düşürürler. Ağzına laf düştüğü anda keyfine diyecek yoktu, herkes onu pir kulak dinlerken dolmuşu kaçırmamak için ara sıra saatine bakmayı da ihmal etmiyordu.
Laf uzadıkça uzuyor, Üssük deyim yerindeyse 'lafın belini kırarak' birini koyup diğerine başlıyordu. Oraya yeni gelen bir köylüsü biraz ona kulak misafiri olduktan sonra “abi öyle anlatıyon ki duyanda gerçek sanır, madem o gadar onda bunda paran, pulun, bunca malın var da sen niye el gapısında amelelik yapıyon ki”
Üssük bu itiraza bayağı içerlemişti “ula yavrum; benim yalanımdan gayri bi gusurumu gördün mü, yalanımın sana bi zararı var mı, şurda buna itiraz iden oluyo mu? Şimdiye gadar kimin tavuğuna kişt didim, kime ne kötülük ittim? Oğlum benim yalanım devletten ruhsatlı”.