BEDESTEN'İN YERİNE YAPILAN YENİ ÇARŞI İLE İŞ HAYATIMIZDA YENİ BİR DÖNEM BAŞLAMIŞTI (1)

1960'lı yıllara gelinceye kadar Kırşehir'de ticaret ve sanayiin kalbi Yeni Çarşı, Uzun Çarşı, Hükûmet Caddesi ve Aşağı Pazar Yeri'nde atardı. Bu iş merkezlerinin dışında hiçbir dükkân, iş yeri, büro göremezdiniz. Şehrin merkezinde Ankara, Aşıkpaşa, Terme caddeleri henüz açılmamıştı. Bütün alışverişler, eskilerin deyimiyle “ahz ü ita” saydığım yerlerde yapılırdı. Çarşıda dükkânı olanlar sabah erkenden kalkıp iş yerlerini Besmeleyle açarlar, dükkkânlarının içini ve önünü süpürürler, Yeni Çarşı'da olanlar kapılarının önünden akan ark suyuyla dükkânlarının önünü bolca sulayıp yıkarlardı. Dükkânını geç açanlar âdeta ayıplanırdı. Bugünkü Yeni Çarşı'nın yerinde “Bedesten” denilen, Selçuklular'dan kalma eski tip, üstü toprak büyükçe bir yapı varmış. Bedesten'i yıktırarak şimdiki çarşıyı inşa ettiren Vali Mithat Saylam'ı Ankara'ya kadar şikâyet etmişler. Fakat devir tek parti devri olduğundan ve vali sırtını iktidardaki Cumhuriyet Halk Fırkası'na dayadığından kimse bir şey yapamamış, hükûmetin arkasında olmasından cesaret ve güç alan Vali Mithat Saylam da Yeni Çarşı'nın temelini atmıştı. 1990'ların başında Üçüncü Çarşı'da sağdan köşebaşı ilk dükkân üzerine kat çıkmak için temelden yıkılarak bodrumundan itibaren tekrar yapılırken kazılan temelden kapalı şişe içinde tarihî belge sayılacak nitelikte beş imzalı bir pusula bulunmuştu.

DÜKKÂNLARIN ARASINA

YANGIN DUVARI ÇEKİLMİŞTİ

Resmini yazımızda da göreceğiniz arşivimdeki belgede Yeni Çarşı'nın yapımına 28 Mart 1935 tarihinde oradan başlandığına dair “Türkiye Cumhuriyeti'nin vilâyet merkezi olan Kırşehir Çarşısı'nın yıkılarak yeniden yapılmasına bugün başlanılmıştır. Her işte ulusa yol gösteren Birinci Reisicumhur Atatürk'ün bu yenilenmede de işaretleri alınmıştır” ifadesi kullanılmış ve altı da “Kırşehir Valisi M. Saylam, C. H. F. Reisi, Kırşehir Saylavı M. Seyfeli, Başmühendis M. Demirkuş, Umumî Meclis Üyesi Memduha N. Girgin, Kırşehir Belediye Başkanı Turgud Çopur” taraflarından imzalanmıştı. 30 ve 40 metrekarelik 250 dükkânın yer aldığı Yeni Çarşı'nın hepsine kepenk konulurken her dükkânın arasına bir de yangın duvarı çekilerek güvenliği sağlanmıştı. Yangın duvarı koymakla bir dükkânda çıkan yangının yanındaki dükkâna sıçramasının önlenmesi amaçlanmıştı. Nitekim çarşıda çıkan yangınlarda bu emniyet duvarının yararı ortaya çıkmış, alevler sağında ve solunda bulunan dükkânlara sirayet etmeden söndürülerek yangının yayılması engellenmişti. Böylece çarşı hiçbir büyük tehlike atlatmadan bu günlere ulaşabilmiştir.

BABAMIN BEDESTEN'DEKİ AYAKKABI

ATELYESİ FABRİKADAN FARKSIZDI

Vali Mithat Saylam'ın yıktırmasıyla tarihe karışan "Bedesten"de babam Bekir Usta ile Ali amcam ortaklaşa büyük bir ayakkabı atelyesi çalıştırırlarmış. O zamana göre küçük bir fabrika sayılacak atelyede 40-50 kişi çalışırmış. Kırşehir'de ayakkabı ustalarının büyük bölümü babam ve amcamın yanında yetişmişti. Babam 1978 yılında vefat ettiğinde çoğu kendi başına dükkân açmış 70'e yakın usta ve kalfasını isim isim saymışlardı.

Ankara'ya bir gidişimde ayakkabımın topuğunu yeniletmek için uğradığım Ulus'ta Lâle Palas'ın yanındaki genç bir tamirci babamın kalfasının oğlu çıkmıştı. Abdurrahman Usta'nın oğlu olan Sabri'nin ayakkabımı yaptığı çekici bana göstererek “İşte bu çekiç senin babanın benim babama dükkân açarken ustası olarak hediye ettiği çekiçtir” demesi karşısında çok duygulanmış ve gözyaşlarımı tutamamıştım. Sonradan felç geçiren Sabri ustanın bir süre sonra genç yaşta ölümünden büyük üzüntü duymuştum.

Kırşehir'in en sağlam ayakkabıları bizim atelyede yapılırdı. Çarıktan tutunuz da yemeni, mest, lâpçın, galoş, iskarpin, aklınıza hangi çeşit ayakkabı gelirse bizim atelyelerde yapılırdı. Kadın ayakkabısı olan lâpçın ve galoşları daha çok Malya bölgesindeki “Çöl” köylerinin zengin Kürt kökenli kadınlarımız yaptırırlardı.

HACI ADAYLARININ DIŞARIYA

PARA KAÇIRMA KURNAZLIĞI

Hac mevsimlerinde hacı adayları dönüşte Kâbe'ye özgü daha çok eşya, hurma, zemzem gibi şeyler getirebilmek için yurt dışına fazla para çıkaramama sorununu babama hafif diye yaptırdıkları yemenilerle kurnazca çözümlemişlerdi. O yıllarda yurt dışına belli bir miktarın üzerinde para çıkarmak yasak olduğundan yemeninin tabanına açtırdıkları gizli bir bölmeye çok miktarda para yerleştirtirler, böylece kaçak parayı yemenilerinin tabanında sınırdan rahatça geçirirlerdi.

Aynı zamanda takva ehli olan babam Bekir Usta beş vakit hiç namazını kaçırmazdı. Namaz vakti yaklaşırken abdestini tazelemek için dükkânımızın önünde hazır duran ibrikle kaldırımın kenarında abdestini alırdı ve abdest suyunu dökmek de bize düşerdi. Dükkânında kimse olmayan diğer komşularımız ise namaz saati gelince kapıyı kilitlemek şöyle dursun, açık bırakıp önüne bir sandalye koyarak namazlarını eda etmeye koşarlardı. Buna rağmen herhangi bir hırsızlık olmazdı. Babam çok geceleri güzel sesiyle gürül gürül Kur'an okuyarak geçirirdi. Sabah vakti namaza kalkıp “cağ” dediğimiz açık lâvaboda henüz şehir suyu şebekesi kurulmadığından ibrik kullanarak dökme suyla abdestini aldıktan sonra elini yüzünü peşkirle kurulamadan önce yatağımızın başına gelir, abdest sularını üzerimize sepeleye sepeleye bizi de uyandırırdı.

DÜKKÂNIMIZIN ÖNÜ SEBİL GİBİYDİ

Babam namazlarını genellikle yolunun üzerindeki Kapıcı Camii'nde kılardı. Hoca gecikmişse köstekli saatine bakarak vakti gelince ezanı da kendisi okurdu. Küçüklüğümüzde hepimizin aklına yerleşmiş olan Nasreddin Hoca tiplemesine benzettiğim sevgili imamımız Hacı Budalak üzerinden yıllar geçtiği halde hâlâ belleğimde yaşar, kendisini her zaman özlemle yâdederim. Namazını tamamladıktan sonra babamın ilk işi dükkânını besmele ve dualar mırıldanarak açmak olurdu. Dedemiz Şekerci Cemal Ağa'dan kalan İkinci Çarşı 8 numaradaki dükkânımızın camekânı önüne sıralanmış Avanos yapımı kırmızı kırmızı buzlu testiler -ki o tarihlerde Avanos bizim ilçemizdi- bugünkü soğutucu sebillerin görevini yaparlardı. Sabahın ilk saatlerinde bizim dükânımızın bulunduğu sokaktan geçenler, “çarşı pazarı” dediğimiz Pazartesi günleri de çoğunlukla pazara gelen köylülerimiz testilerin üzerine boydan boya asılı tertemiz kalaylı kulplu taslarla suyun âlâsını içerler, ellerinin tersi, ya da kol yenleriyle ağızlarını silerlerken geçmişlerimizi hayırla anmayı da ihmal etmezlerdi.