BAL KAVANOZUNU YALAMAK!

Müslüman’ın hayatını güzelleştiren ve anlamlı kılan sevgidir. Sevgi, elbise gibi üzerimizde görülmelidir. Üzerimizde görülen sevginin dayanakları olmalıdır. Dayanaklar güçlü olursa sevgi büyük olur. Dayanaklar olmazsa sevgi yok demektir.

Cüneydi Bağdadi şöyle buyurur:

“Hiç kimse Allah’ın yardımı olmadan Allah’ın rızasına kavuşamaz. Allah’ın rızasına kavuşmanın yolu ise peygamberine uymaktan geçer.”

Evet, Allah’ın sevgisine nail olmanın yolu peygambere teslimiyetten, onu sevmekten, onun yoluna uymaktan geçer.

Ayet-i Kerimeyi hatırlayalım.

“(Resulüm) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Ali İmran 3/31)

Şu ince mesaja bakar mısınız? Allah’ı sevmeyi Resulü sevmeye bağlamış, onu sevenin de günahlarını bağışlamayı vaat ediyor. Ne güzel bir Alışveriş! Daha ne isteyelim?

“Ey günahlarım çoktur!” diye dizini döven, bağrını yırtan, velvele koparan kardeşim! Resulü sev günahların affedilsin. Resulü sev ki Allah’ta seni sevsin.

Çok sevin. Çok sevmeye çabalayın. En büyük çabanız bu olsun. Onu çok severseniz O sizin tutan eliniz, gören gözünüz, işiten kulağınız, hisseden kalbiniz olur. Artık hiçbir güç sizi yenemez, yıkamaz.

Hayatınızın, iradenizin, hal ve hareketlerinizin her aşamasında o sevgiyi hissederek, bilerek, inanarak, doyasıya yaşayın.”Kişi sevdası kadardır!” der bir büyüğümüz.

Yüzünüzü görenler, sözünüzü işitenler O’nu hatırlasın, onu hissetsin. Cüneyd-i Bağdadi’yi anmışken onun hocası ve dayısı büyük sufi Sırr-i Sakati ile ilgili bir hatırasına kulak verelim:

Bir ara hocamız Sırrî Sakatî Hazretleri amansız bir hastalığa yakalandı. Hastalığına çare bulamadığımız gibi, sebebini de anlayamadık.

Mütehassıs bir hekim tavsiye ettiler. Onun tavsiyesiyle hocamızın idrarından bir miktar şişeye koyup kendisine götürdük. Uzun bir inceleme ve tahlilden sonra doktor:

“Bu idrar âşık birine aittir” dedi.

Hekim bunu söyler söylemez bir çığlık attım, şişede de elimden düştü, kırıldı. Hocamızın yanına dönünce doktorun söylediklerini anlattım. Hocamız tebessüm etti ve “Allah doktorun iyiliğini versin, nasıl da gördü?” buyurdu. Ben de “Hocam, demek ki muhabbet idrarda da belli olurmuş!” dedim. “Evet” diye karşılık verdi.

Allah’a sevgisi ve muhabbeti idrarında bile belli olan kâmiller varken bize ne oluyor da bunca namaz niyazımıza, okumalarımıza, ibadetlerimize, amelimize rağmen bizi görenler, biz de rabbimizin güzelliklerini temaşa edemiyorlar? Bu ne güzel bir Müslüman’dır diyemiyor. Onlar da olup da, bizde olmayan nedir?

Malik b. Dinar bir gün Hasan Basri hazretlerine sorar:

“Hocam âlimlere verilen ceza nedir?

“Kalbinin ölmesi!”

“Kalbin ölümü nasıl geçekleşir?”

“Dünya hırsıyla!”

Her şeyin başı sevgidir. Sevgi varsa her şey vardır. Sevgi yoksa her şey sinede yüktür, ıstıraptır. Bunu anlamak zor değildir. Sevginizi tartın. Hangi taraf ağır basıyorsa oraya aitsiniz. İbadette böyledir. İbadetlerinizde sevgi yoksa tat alamazsınız. Çay şekersiz, yemek tuzsuz yüktür. Tat almadığınız sürece sevgiden söz etmeniz abesle iştigal olur.

İbadeti üç temel üzerine oturtur bu yolun büyükleri: Göz, kalp, dil.

Göz, ibret nazarıyla bakacak, kalp tefekkür edecek, dil sürekli onu anacak. Hep okuduğumuz bir ayeti kerime vardır ama sadece okuyup geçiyoruz çünkü baş gözüyle okuyoruz, kalp gözüyle okumuyoruz.

De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm (hepsi ve sadece) âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (Enâm, 162)

Hazreti Mevlana’nın tabiriyle bizler bal kavanozunun dışını yalayanlardanız. İbadetlerimiz, aşkımız, sevgimiz böyledir. Hayatımızı, ibadetlerimizi ziyan ediyoruz. Sırri Sakatiler (ks) ile aramızdaki fark budur. Zahir yani madde manaya galebe çaldığı sürece bu iç uyanış, enfûsî fetih gerçekleşmez ve biz bal kavanozunu yalamaya devam ederiz. Allah ile irtibatımız, diyalogumuz, münasebetimiz, muhabbetimiz kısacası kulluğumuz Allah için olmalıdır. Rabbimiz ile aramızda ne kadar engel varsa hepsinden vazgeçmeliyiz, vazgeçebilmeliyiz.

Onun dışında vazgeçemediklerimizin hepsi onunla aramızda puttur, engeldir. Onlardan vazgeçemiyorsak sevgiyi idrak edememişiz demektir. Eşten, çoluk çocuktan, maldan mülkten, makamdan, mevkiden, itibardan, etiketlerden kısacası sevdiğimiz dünyevi şeylerden vazgeçemiyorsak, onları gözden çıkaramıyorsak bu sevginin neticesi helaktir, azaptır, ayrılıktır, ahtır, gözyaşı ve kederdir.

Bir tanıdığım vardı, ibadetlerini aksatıyordu, neden böyle yaptığını sorduğumda çocuk engel oluyor, dedi. Çocuğumla, kahvaltı zevkini yaşayayım diye pazartesi-Perşembe oruçlarını tutamıyorum, demişti. Çocuğu yatırayım diye uğraşırken uykuya dalıyorum, yatsı namazını kaçırıyorum, demişti; o yalnız kalmasın diye sohbetlere gidemiyorum, demişti. Bir çocuğundan bile vazgeçemeyen bir kişi hangi başarıya imza atabilir ki? İşte bunlar onun için birer puttur.

Bir ara Hz. Peygamber ile muhterem annelerimiz arasında sorun yaşanmıştı. Resul ne buyurdu hanımlarına? “İsterseniz boşanalım?” dedi. Hz. Aişe: “Ben Allah ve Resulünü istiyorum” dedi ve olay kapandı.

Mümince sevginin kırmızıçizgisi Allah, Resulü ve onun yolunda yürüyen rehberlerimiz, emir sahipleri, mürşid-i kâmillerdir. Bizler sınanmak üzereyiz, imtihandayız, burada keyfimize göre bir yaşantıyı yaşamak üzere bulunmuyoruz.

Anne-baba, evlad-ü iyâl, -cemaat, parti, TSK,, varidat, itibar kişiyi Allah ve Resulünün yolundan alıkoyuyorsa, O’nun sevgisinden mahrum bırakıyorsa, ben bunlardan vazgeçemiyorum diyorsa, bunların sevgisi daha ağır basıyorsa bunları Allah ve Resulüne tercih ediyor demektir. Tevbe Suresi 24. Ayeti kerime gök ehline hitap etmiyor. Sana, bana, mümin kullara hitap ediyor, ben Allah’ı ve Resulünü seviyorum, diyenlere hitap ediyor.

“De ki; Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, elde ettiğiniz mallar, gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler-konutlar, size Allah'tan, O'nun resulünden ve yolunda cihattan daha sevgili, daha sevimli ise artık Allah emri-azabı gelinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.”

Züleyha, Yusuf’u çok sevdi, çokta yanlışlar yaptı ama ne zaman yanlışlarıyla yüzleşti ve sevgisini kendisini Yusuf’a âşık edene çevirdiyse o zaman hem Allah’ı, hem Yusuf’u, hem de kaybettiği gözlerini, güzelliğini, gençliğini geri aldı. Yakup aleyhisselam hakeza. Yusufum! diye diye gözlerini, sağlığını kaybetti ama vazgeçmedi ve Rabbine yöneldi, Yusuf’una da, gözlerine de kavuştu.

Sevgi üzerimizde görülmeli, demiştik. Sevgimiz faydalı, yapıcı, onarıcı olmalıdır. Bizi görenler Allah ve resulünü hatırlıyorlarsa, kalpleri İslamiyet’e ısınıyorsa, Allah dostlarını, bu yolun büyüklerini sevmeye başlıyorlarsa bu sevgimizin doğru olduğunun, üzerimizde görüldüğünün işaretidir. Ama tersi oluyorsa sevgimiz yanlıştır demektir. Bu da hal ve hareketlerimize çok dikkat etmemizi gerektiren bir sorumluluktur.

Sözlerimizi İhya’da yer alan Hz. Ömer’in bir sözüyle bağlayalım:

“Gece sabahlara kadar namaz kılsanız, gündüz akşama kadar oruç tutsanız, malınızı-mülkünüzü fakirlere dağıtsanız, savaşlarda kahramanca çarpışsanız ama eğer Allah için sevmiyor, Allah için buğzetmiyorsanız yaptığınız her şey boşundadır.”