BABAMLA YOLCULUK

Annemin derinden gelen sessizliğine karışan bakışlarında babamın geçmişi arayan sessizliğine ulaşırdım. Umutlarını geride bırakan anıların derin sessizliği…

Yaşananların tamir edilemez yaralarıyla, yeniden yaşanması imkânsız mutluluklarının sessizliği…

Uzun yıllar bir arada yaşamanın oluşturduğu ve giderek alışkanlıklara dönüşen her sözün, her davranışın, her bakışın derin sessizliği…

Evin eşyalarının kullanıla kullanıla eskimesi, evin kendisinin yaşlanması benzeri birbirilerinin yüzlerine bakarak artık ezberledikleri ve tekrarlana tekrarlana eskiyen başka bir anlama dönüşen sözcükleri gibi her şey değişmişti. Gençliğin ataklığı yerini olgunluğun duruluğuna, olgunluğun duruluğu yaşlanmanın bıkkınlığına ve yorgunluğuna bırakmıştı.

Köşesinde oturmuş, ağır işitmesinin sıkıcılığıyla yüksekten açtığı televizyon sesinin uğultusuyla sanki zamanını doldurmayı bekleyen bir durgunluk ve sessizlik içindeydi.  Çocukluğunda ve gençliğinde yabancısı olduğu camdan yükselen sesler yalnızlaşan hayatının arkadaşı olduğundan bu yana annemin kahkahalarına yabancılaşmıştı. Annemin gençliğinde kendisine coşku veren, mutluluk tattıran o yüksek perdeli kahkahaları da artık canlılığını yitirmeye başlamıştı. Yorgunluk ve yaşlılık onun ruhunu ziyaret edeli o da arada uzayan sessizlik deryasına sürüklenmişti. Ne çabuk eskimiş ve yorulmuştu her söz, her davranış, her bakış, her imalı sessizlik… Coşku tükenmişti, mutluluk günleri,  anıların tükenmez sanılan koşturmacılı, heyecanlı o günleri… Zaman önüne katmış sürüklemiş ve hızla bilinmeze yol alıp götürmüştü her şeyi.

Yaşlanma kapıyı çalmadan önce kalplerinin sessizliği akardı. Kalp atışlarının ritmi ele verirdi duygularının yoğunluğunu. O yoğunluk yaşadıkları her an hatıralara karışıp geride kalmıştı. Belki de benim sözcüklerime malzeme olmayı sabırla beklediler, sessizce… O sessiz adam duygularını aktarmayı mimiklerine, bakışlarına sığdırmıştı. Sesli düşünmeyi sevmediğinden dudaklarından dökülen her sözcükle rahatlayan bedeni ağır bir yükten kurtulmuşçasına hafiflerdi.

Yüz ifadesi ele verirdi, anlardım. O arada annem göz ucuyla süzerdi kendisini. Yıllar öncesinde kalan coşkuyu, heyecanı yakalama arzusuyla bakınırdı. Hayal kırıklığına karışan bakışlarla ısrarla süzerdi. Babam önüne eğdiği kafasını istemsizce kaldırır, belirsizce etrafını süzerken, annemin bakışlarına takılı kalırdı bir süreliğine. Aşk ve sevginin boşluğu kendisini ele verirdi. Gençliğinin aşkına minnetle karışık bakışlar  “ne yapalım, her şey bitti, üzülme “ dercesine annemin gözlerinde kısa bir süreliğine kilitlenir, hızla yol alır geçmişin anılar denizine… Bu yolculukta stem yoktu, pişmanlık yoktu, kurtulma isteği yoktu, ağır bir yükten kurtulmanın hafiflemişliği yoktu, yalnızlığın içe kapanmışlığı yoktu… Hayatı bildiği kadar anlayarak, tadarak geçen bir ömrün yaşlanmış yorgunluğu göze batmakla birlikte tükenmişliğin son demlerinin belirgin çizgileri vardı. Yorgunluğun çizgileri yüzü ele verirken kalpte çizgilere dönüşmeden diri olarak hatırlanma arzusu vardı.

Kitaplarla beslenen bir ruh, paylaşabileceğin güzel dostlar ve yastıkta huzurlu bir uyku. Hayatın anlamı ve özeti bu olsa gerek benim için.

Gözlerdeki bakışlarda huzuru yakalıyorsan, seni güzel insanlarla buluşturup sükûnete sürüklüyorsa o bakışlar, hayattan çok şey alıp, çok şey vermişsin. Yaşam ve zaman boşa geçmemiş demektir. Yetinmesini bilen insan mutluluğa ulaşır. İhtirasların peşinden koşan ise doyumsuz olduğundan ne doyabilir, ne de mutluluğu tadar. Gözlerdeki boşluk mutsuzluğun sessiz yansımasıdır. Sürekli bir eksiklik, eziklik ruhunda dolanır, durur. Babam azla yetinen, ihtiraslardan uzak bir adamdı. Elinde olanla yetinmesini bilirdi. Belki de onu sürekli mutlu görmem onun sıradan varlığına rağmen, ışıltılı gözlerine yansıttığı ihtiraslardan uzak oluşuydu. Aşırı ihtirasın sonunun cehennem olduğunu bildiğinden mi, yoksa hayata hep iyimser bakışından mı bilemiyorum…

Babamın kitapları yoktu, hiç olmadı. Çocukluğumda evimizdeki tek kitap Kur’an-ı Kerim’di. Babam her Perşembe akşamı kabında özenle sakladığı, koruduğu Kur’an-ı Kerim-i eline alır, yarım saat kadar okurdu. Arapça bilmemesine, anlamını çözmemesine rağmen okuduğu her sayfadan huzur bulurdu. Gözlerindeki ışıltıdan, yüzündeki gülümsemeden bunu anlardım.

Kur’an; onun için kitap olmasının ötesinde bir ferahlama, rahatlama verirdi. Bir tek kitabın verdiği mutluluğu dostlarının varlığı tamamlardı. Yastığa başını ihtiraslardan, bitimsiz isteklerden uzak oluşundan dolayı koyduğunda huzurla uyurdu. Hayatın anlamı üzerine benim gibi derin felsefi, inançsal sorgulamalara gerek görmeden sade, sakin bir bakışla uzanır, bakardı. Bu nedenle bazen ikimizi kıyaslıyor ve sonuçlar çıkarmaya çalışıyorum. Onun sınırlı, dar düşünme ve yaşama dünyası ile benim sürekli arayışlara yönelen yaşamımın hangisinin doğruya uzandığını sorguluyorum.

Onun inancı; saf, berrak, çıkarsız ve adanmışlığın ötesinde kalbiyle bağlılıktan ibaretti. İnandığı Tanrı’ya karşı mahcup olmamak için günahlardan uzak, görevini yerine getirmenin huzuru içindi. Öbür dünyaya kirlerden arınmış gitme isteği ve arzusu kötülüklerden uzak durmasını sağlamıştı. Yufka yüreğinde yer bulamayan kötücül düşüncelerle hayatı olduğu gibi yaşardı. İbadetini de huzura ermenin gereği sayardı.

Güç sahibi olma, ayrıcalıklar sağlama, mevki edinme derdi de amacı da hiç olmadı.  Asr-ı saadet dönemindeki rezilliklerden habersizce itaat edip, iman ediyordu. Aile kurumunun “kutsallığını” beyinlere kazıyan kör inanç sahiplerinin o kurumu nasıl rezilce yerlerde süründürdüğünde de habersizdi. “Cennetin anaların ayakları altında olduğu” masalını asırlardır “kutsal, dokunulmaz” kılanların kadınları kendi cinsel tatmin aracı, güçleri için kullananların zavallılıklarını da bilemezdi. Arapça yazılanları “kutsallığı, dokunulmazlığını” anlamasa da, sorgulamadan inanmıştı. Benim yıllar sonra insanlığın karanlığının dinlerin, inançların eseri olduğu görüşümü de bilmesi olanaksızdı. Onun güç sahibi olma gibi bir derdi de, amacı da yoktu.  Belki bu ihtiraslardan uzak yaşamımı onun o engin sessiz, vakur duruşuna borçluyum. Boşuna değildir çocukluğumun izlerini sürmem, o günlerin peşinden sürüklenmem. Kazandırdıklarını yaşlanmaya başladıkça anlamaya başladığınız çocukluğunuzun gizeminde saklı olduğunu. Orasının bir hazine ve ana yurdunuzun kendisi olduğunu… (DEVAMI VAR)