Edebi sınırlar içinde yaşamak yaşam çizgisini zikzaklaştırmaz ve hayatı kolaylaştırır. Yaşam sınırının aşıldığı zaman problemler başlar. Her fert kendi sınırlarını aşmaz ise yaşam bal ve dünya cennet olur.
Peki bu sınırları aşmamak için verilen mücadele yeterli mi hayır, fertlerin huzurlu yaşaması için maddi güce ihtiyaç var mı, elbette. Fakir hatta günlük yaşayacak kadar nevale bile fakir olan pek çok insanların, yaşadıkları ortamı maddiyata bağlamaya ve değiştirmeye hiçte niyetli olmadıklarını gördüm.
Toplu yaşam sınırlarının ihlali aynı zamanda menfaat sınırlarının ihlali sayılır. Köy, kasaba, şehir, devlet olarak da sınırların çizimi belirlenmesi uluslar arası bazı yasalarla belirtilerek huzur ortamı sağlanmaya çalışılır. Uyulur mu her zaman değil, ihlallerinde zaman zaman sürtüşmeler olabilir, hatta büyük savaşlarında eşiğine gelindiği de olabiliniyor.
Kardak krizi de bunlardan birisi ve çok güzel örneği. Iran ve Irak’ın 8.9 yıl savaştığı yer bir bataklık fakat altında bulunma ihtimali olan petrol ve bazı güçlerin çıkarı doğrultusunda kışkırtılan iki komşu. Bazen komşu devletler, savaşma yerine yasadışı paravan örgütleri joistik destek vererek terör ortamı yaratarak komşularını zor duruma düşürmek isterler, çıkacak kaos ortamında kendi çıkarları doğrultusunda anlaşmalara zorlarlar, aynı Türkiye’nin 30 yıldır uğraştığı örgüt gibi.
Paravan örgütleri komşu olmayan devletlerde açık olmasa da gizli gizli bu tip örgütlere yardımcı olurlar. Bu durumları 100 yıldan fazla Türkiye yaşadı ve de yaşayacak durum onu gösteriyor.
Sınırı olmayan devletler de ileriye dönük olarak kendi ekonomisine ve üretimine rakip olarak gördüğü devletlere karşıda yasadışı örgütleri kullanmaktan sakınca görmezler, tavşana kaç tazıya tut politikası izlerler. Peki dünyanın her tarafını neden ortaklaşa kullanımı düşünülmez. Yine menfaat ve çıkar problemi.
Kardeşler arasında yatak kavgası ile uluslar arası sınır kavgası aynı olmasa bile yine de benzerlikler gösterir. Çözüm yöntemi hep aynıdır, barış ve anlaşmaya zorlamak. Anlaşmalar bazen kâğıda dökülerek güya garanti altına alınır ve yine de taraflardan biri zayıf düştüğü zaman utanmadan arkadan dolanarak ihlaller yine başlar.
Çözülemeyen anlaşmazlıkların gerisinde beklenen unsur ve çözüm yolu yine savaşları gösterir. Silah üreticilerinin de sansasyonel oyunlarını gözardı etmemek lazım. Etnik toplulukların milliyetçi duygularını kaşıyarak ve bazen de dini duyguları tahrik edici davranışlar sergileyerek amaçlarını hayata geçirmeye çalışırlar, başarı oranı bayağı da yüksek olur. Son zamanlarda İslâm dinini aşağılayıcı ve H. Muhammed’i küçük düşürücü filimler yaparak bütün İslâm alemini ayağa kaldırdıkları gibi ve bunu da sanat eseriymiş sınıfına kaydırmaya kalkarak.
Bu faaliyetlerde bulunan devletler, hürriyet insan hakları savunuculuğuna soyunurken hiçte utanmazlar. Basın ve yayın yoluyla ön hazırlıkları yaparken hainleri bulmaktan fazla zorluk çekmezler. Her toplumda kendi ırkına hıyanetlik eden birileri her zaman bulunur aynen “Metal fırtına” diye Irak savaşından önce yayınlanan ne olduğu belli olmayan kitap bir psikolojik savaşın ön hazırlık propagandasının eseri idi.
İsyan ve devrim hareketlerinin her zaman diş destekçisi olmayabilir. Toplumun veya devletin idari sisteminde, beklentilerin karşılanmamasında panik atak misali oluşan kargaşada terör ortamının beslenme ve doğuş kaynağıdır. Fransız ihtilali sırasında kesin sayının olmamasına rağmen 90-120 bin insanın öldüğü tahmin ediliyor.
Trocki bin kişilik bir teknik kadroyla Rus ihtilalini yapmıştır. Bu gibi devrimlere dış güçlerin fazla etkisi olmaz. Yalnız sunu hiç unutmamak lazım, terör karışık ortamı çok sever. Rus ihtilalinde başı çekenlerin, Rusça konuşan Fransız gençlerinin olduğunu söylüyorlar. Halkı galeyana getiren şolagon, çarlık sizleri soyuyor biz sizleri kurtarmaya geldik oldu. Eşitlik sağlanacağı lafları ve vaatleri, taşlar yerine oturduktan sonra unutulur. Bir defa kabiliyetleri ve iş kolları ayrı olduğu müddetçe, toplumlar arası eşitliğin sağlanması mümkün değil.
Devlet ve toplum idaresinde bihaber olanları kandırmak çok kolay olur. Köpek ve kedisine bakıcı tutanla, günlük nafakasını çöplerde toplayan aynı şehrin insanları yan yana oturursa aşırı uçların oluşması gayet normaldir. Gelir seviyesi aynı olmayan insanları sınıflandıralım manası çıkarılmasın, toplumun yaşam farklılıklarını asgaride tutmak, kaos ortamının yaratılmasına imkan vermez.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında kargaşa ve başarısızlığın ana sebeplerinden bir tanesi de, iç istikrarın sağlanamaması ve piyasa kontrolünün yabancıların eline geçmesi. O zaman terör ve kargaşanın doğmasında ana etkenler şöyle sıralanabilir:
1- Milli duyguların tahrik edilerek kaşınması.
2- Devlet içerisinde yaşam endekslerinin eşitsizliği. (birden fazla devlet kuruluşlarında huzur hakkı altında para söğüşlemek gibi)
3-Huzur ve güven ortamının sağlanamayışı.
4-Hukuk ve adalet sisteminin, yönetim dışında hakim gurupların kontrolüne girmesi.
5-Kültürel buhran ve eğitimde eşitsizlik (dersane ve yurt oluşumu gibi)
Daha pek çok olgular eklenebilir. Yabancı müdahalecilerin dayanakları. Toplumlar içerisinde seçtikleri liderimsi kimselerdir. Bunlara ırkçılık fikrini telkin ederek işe başlarlar. İngilizlerde kavmiyetçilik propagandasıyla Arapları Osmanlıdan kopardılar, yüzyıl geçmesine rağmen hala Araplar arasında Türk düşmanlığı devam etmektedir.
Bilhassa dünyaya hakim olma emellerinde bir türlü vazgeçmeyen İngilizler, Şerif Hüseyin’in kendisine Hicaz krallığı vadetmişlerdi. Fakat bu ancak beş yıl sürdü ve Kıbrıs’ta Osmanlıdan af ve özür dileyerek zindanda öldü. Irak kralı yapılan oğlu 1. Faysal da zehirlenerek öldürüldü. Onun oğlu Gazi de bir otomobilin içinde vuruldu. Bunlar bütün İngilizlerin Dünya terörizmde oynadığı rolü gösterir.
“Ek yetiştir büyüt kullan ve imha et.” Ne güzel taktik değil mi. Kürt vatandaşların bu tarihleri okumasını tavsiye ederim. Emperyalist ülkelerin Dünyada istila edipte hürriyet verdikleri bir ülke yoktur. Aptal yerine konmamak için önce aptal olmamak gerek.