O, hâlâkendini hayal kurmayı seven, her şeyden ürken ve belinden çok acı çeken yumuşak başlı bir ihtiyar olarak görüyor. Sertliğe karşı, ama gerekirse sertlikten yana olduğunu söyledi. Bu tuhaf mantığın sebebini şöyle anlatmaya çalıştı.
Kışın sıcak odasından, yazın kayısı kokan ufak bahçesinden ve boyası dökülmüş eski evinden çıkmak istemezdi. Bu evde doğmuş, büyümüş ve evlenmişti. Çoluk çocuğunu bu evde yetiştirmiş, adam etmişti. Adam etmeyi özellikle vurgulayarak söyledi.
Şimdi tek başına yaşayan, çocuklarını dört gözle bekleyen yapayalnız bir ihtiyardı. Bir anlam veremediği yalnızlığından şikâyet etti. Derme çatma bir rafın üzerindeki kitapları gösterdi. Sevdiği kitaplarından başını kaldırdığında,içini buruk bir hüznün kapladığını, bazen duvardaki gölgelerden korktuğunu söyledi.
Korkularının sebepsiz olmadığını biliyordu, ama kimseyi inandıramıyordu. Yanındaki sandalyedeki kendisinin yarı boyunda hırçın bir kedinin oturduğu besbelliydiveya eliyle göstererek duvarın yanındakiçirkin suratlı kambur herifinbeline kadar zeminin içinde olduğunu ve sürekli kendisine hain hain baktığını neden kimseye anlatamıyordu?
Birdenbire babası geldi aklına. O, kambur heriften ve hırçın kediden daha korkunçtu,daha beterdi. “Bir de kendisine saygı duyulmasını beklerdi” dedikten sonrababasından öcü gibi korktuğunu,ama ona saygıda kusur etmediğini gülümseyerek anlattı. “O olmasaydı adam olamazdım” diye ekledi.
Babasını anlatmaya devam etti: “Babam yalanı, ağız şapırdatmayı ve masa etrafında koşuşturmayı hiç sevmezdi”. Bunları yasaklayan babasının her zaman duvarda asılı olan ince uzun sopasını hayal etti. “Ne dayaklar yedim” diyerek anlatmaya devam etti. Babası ölene dek sopasını duvardan indirmemişti ve ona “seni bu adam etti” demeyi ihmal etmemişti. “Allah rahmet eylesin, iyi ki sopası vardı” dedi.
Babasının suç saydığı, aileye ve özellikle de babasına olan bağlılığında ve güveninde şüphe uyandıran her davranışının, “Adam edilmeyi hak eden” darbeler olarak sırtına indiğini acıyla karışık bir takdir duygusuyla hatırladı.
Bir keresinde savaşta sakatlandığını söyleyen babası,topallayarak yürürken kilime takılıp düştüğünde, gülmüştü. Bunun üzerine sopayı duvardan alan babasından kurtulmak için dörtnala oradan kaçmıştı.
Zaman zaman suratı dayaktan şişer, ağlayarak okula giderdi. Ağlamasının sebebi hâlâ hissettiği acılar değildi, aksine sınıfta kendisiyle alay edileceğiydi. Sınıf arkadaşlarının arasından geçip yerine oturduğunda gülerlerdi ve bir sonraki dayağa hazır olup olmadığını sorarlardı.
O da sınıf arkadaşlarınadilini çıkarır,babasından dayak yemenin bir imtiyaz olduğunu söylerdi. “Babamın dayağı herkese nasip olmaz,sizi de dövse mutlu olurdunuz, ama sadece ben babamdan dayak yemeyi hak ediyorum” der ve iyice alay konusu olurdu. Alaylardan kurtulmak için sınıfta kaprisli bir öğretmen gibi dolaşırdı ve arkadaşlarına sigara içtiklerinibabalarına anlatacağını söyleyerek tehdit ederdi.
Şimdi yaşlı ve yalnızdı. “Ben de babamdan öğrendiğim terbiye yöntemini çocuklarıma uyguladım ve hepsini adam etmeyi başardım” dedi. Dört yıl önce ölen karısındansöz etti. “Ruhu şad olsun iyi bir kadıncağızdı benim karım, ama çocuklara karşı aşırı şefkatli ve yumuşaktı.Bu yüzden onları şımartıyordu. İyi ki farkına vardım, yoksa şimdi çocuklar ser sebil olacaktı.”