Abidin Ertem’in anlatımlarıyla   KIRŞEHİR ABDAL KÜLTÜRÜ…

Kırşehir abdalları içinde bir dönem de “vekil öğretmenlik” yapan ve mevcutları içinde icra ettikleri sanatın kültürel boyutunu en iyi kavrayan Abidin Ertem’le 1990 yılı başında yaptığımız ve “Kırşehir Çiğdem” Gazetesinde yayınlanan röportaj; bu zümrelerin öykülerini kendilerinden dinlemek, kendilerini nasıl ifade ettiklerini öğrenmek, sosyal yaşamlarının dününü ve bugününü gözler önüne sermek açısından son derece önem taşımaktadır. bu röportajı bu kitabın  sayfaları arasına dipnot şeklinde aktarırken yine hiç abartısız abdal fıkra ve hikayeleriyle de süslemekteyiz.
Neslimizi hor görenlerin çocukları,
Sazı koltuklarına öyle takmış ki...
Dayım tarafı olan “Çekiç Ali”  sülalesine “Çekiçler”, bizim Yusuf Ustagillere de “Deveciler” derlerdi. “Deveciler” lakabı bize atalarımızdan kalma... Onlar, deve ile taşımacılık yaptıklarından bu lakabı almışlardı.
Saygıdeğer büyüğümüz Çekiç Aligillere, Atatürk’ün zamanında soyadı verilirken, geçmiş soy kütükleri araştırılmış. Çekiç sülalesine ‘Çekiçler’ denmemiş de zamanın memurları gelişigüzel bir şeyler yazmışlar sorup soruşturmadan... Ama soruşturulanların içinden bir kesimde “Deveciler” lakabı yerini almış. 
Rahmetlik dayım “Çekiç Ali” de mesleği icabı toplumda “Çekiç Ali” ismiyle yaptığı ünden dolayı mahkemeye başvurmuş ve haklı olarak “Çekiç” soyadını almış. Bize de bu lakap buradan geliyor. Her ne aldıysak toplumumuzun teveccühü sayesinde aldık.
Şimdiki gençlik bambaşka görüşte... Aykırı görüş yok, hakir görmek yok. Onurlu görmek var, saygınlık duymak var. Biz bu saygınlığı sanatımızla kazandık. Kırşehir’i kimse bilmez, kimse tanımazken, memleketimizi onurla temsil ettik sazımızla, sözümüzle...  Küçük görülsek de hep büyük yerleri işgal ettik kendimizce...  
Gurur duyduğumuz bir şey daha var. Eskiden hakir görülürken, o hakir görenlerin evlatları, torunları bugün sazıyla sözüyle okullara göğsünü gere gere gidiyorlar.
Bebeler görüyorum, sazı koltuğuna öyle takmış ki... 
Öyle gururlu yürüyorlar ki...
Bizler bu mesleğe karşı çıkanların karşısındayız. Bu meslek, bu sanat ölmeyecek. Ama ölüme mahkûm edilen değerli ozanlarımız ve üstatlarımız oldu maalesef... Şimdi sazı koltukta yavruları gördükçe içimden duygular coşup kabarıyor. Gurur duyuyorum, sevgi duyuyorum...

_________________
1) Kırşehir’in Mucur ilçesine bağlı Dalakçı köyünde askerliğini çavuş olarak yaptığı için “Ahmet Çavuş” diye bilinen bir şahsın torununu “Çingene” tabir edilen Göçerler alıp kaçırıyor. Torun acısıyla yüreği yanan Ahmet Çavuş bu olayı şiirleştirerek bir düğünde çalıp söyleyen Çekiç Ali’ye veriyor. Çekiç Ali bu şiiri besteleyip söylemekle kalmıyor, bir de plağa okuyor:

        Yoruldum da yol üstüne oturdum,
        Derdim atkın idi yüze yetirdim,
        Ben yavrumu Kırşehir’de yitirdim,
        Yitirdim kuzumu ben oldum deli. 
    
        Aşağıdan da gele gele geldiler,
        Avlumuza dolum dolum doldular,
        A bebeği de elimizden aldılar,
        Kınaman komşular ben oldum deli.
    
        Dağlara düştüm de geyikler gibi,
        Yollara düştüm de seyikler gibi,
        Ne dağlar koydum ne taşlar dibi,
        Kınaman komşular ben oldum deli.

    Yine Çekiç Ali ile bütünleşen ve onun sazında bir farklı havalanan “Sarı Yazma” türküsü, oğlu Aydın Çekiç tarafından da okunmuştur:

        Sarı yazma yakışmaz mı güzele,
        Sarardı gül benzim döndüm gazele,
        Ben gidiyom da sen yarini tazele,
        Al da beni taştan taşa çal güzel.

        Sevda köşesine bıraktım postu,
        Muhabbet kadimdir unutmam dostu,
        Al ellerine de olayım testi,
        Al da beni taştan taşa çal güzel.

    Oyun havaları da bulunan Çekiç Ali’nin  “bozlak “ havasında plağa okuduğu ve meşhur ettiği bir ağıt da “Doğar Yaz Ayları”dır ki, Kırşehir Abdallarının öykülere, olaylara dayalı ağıtları bu günlere taşımaları ve dolayısıyla kültür taşımacılıklarında üstlendikleri rol yönüyle de somut bir örneklemdir.
Kırşehir’in Toklumen köyünde ünlü halk ozanı Aşık Sait’in kızı Nadiye’nin oğlu Bekir Akdağ; 1960 yılında Kırşehir’de bir bağ evinde arkadaşlarıyla eğlendikten sonraki günlerde döndükleri köylerinin dükkanında tartışma sonucu öldürülür. Genç yaşta eşi ve 4 çocuğu kalan Bekir Akdağ için aynı zamanda dayısı da bulunan Aşık Sait’in oğlu Aşık Seyfullah yeğeni için yakar ve okur şu ağıtı (Kırşehir Türküleri, Destanları, Ağıtları; Baki Yaşa Altınok, Oba Yayınevi, Ankara, 2003, s. 4069.);

        Doğar yaz ayları da çiçekler açar,
        Eller yaylasına sürüylen göçer.
        Acep bizim yavruları kimler seçer,
            Ağlama anacığım ağlama bu imiş kader,
            Takdir böyle imiş zalım oy başaca gider.
        Yarın bayram gelir de alem dirilir,
        Cümle alem yavrusuna sarılır,
        Yetim olanların da boynu bükülür.
            Ağlama anacığım ağlama bu imiş kader,
            Takdir böyle imiş zalım oy başaca gider.

    Sadece bu iki dörtlüğü plağa okuyan Çekiç Ali’nin, okumadığı diğer üç dörtlüğü Baki Yaşa Altınok Toklumenli 1933 doğumlu Kani Değirmenci’den derleyerek bu dörtlüklere adı geçen kitabında yer vermiştir:

        Anan gelinleri gelin oturun,
        Girin salacama beni götürün,
        Elinizle dar kabire yatırın,
            Ağlama anacığım ağlama bu imiş kader,
            Takdir böyle imiş zalım oy başaca gider.
        Bileydim de dükkan sana girmezdim,
        Düşman olsa fırsatını vermezdim,
        Böyle kişilere boyun egmezdim.
            Ağlama anacığım ağlama bu imiş kader,
            Takdir böyle imiş zalım oy başaca gider.