2025’ten sitemli veda…
Ben 2025. Gidiyorum.
Biliyorum beni hiç sevmediniz. En baştan apaçık söyleyeyim, ben de sizi hiç sevmedim.
Sizin beni sevmemeye hiç hakkınız yok. Ama beni sizi sevmemekte yerden göğe kadar haklıyım.
Hani mekan sahibi olur, istediği gibi işletir, çalıştırır, alır, satar. Veya bir ev sahibi, dükkân sahibi olur, mülkünü ister satar, ister kiraya verir, ister kendi kullanır… Ama benim durumum öyle değil, ben sadece süre sahibiyim. Bana senenin başında diyorlar ki “Biz senaryoyu yazacağız, oyuncuları belirleyeceğiz, kararları alacağız, sen de bize 365 gün 6 saat süre sahipliği yapacaksın, Hiçbir şeye karışma, karar verme, müdahale hakkın yok. Sen sadece yetkisiz sorumlusun”… Mecburen kabul ediyorum. Reddetme şansım yok, itiraz etsem kayyum atarlar yine yapacaklarını yaparlar.
Anlayacağınız hiçbir yetkisi olmayan, edilgen, avara kasnak gibi 365 gün 6 saat çalışan bir süre sahibiyim ben.
Geçen sene bu zamanlar süreyi selefim 2024’ten alacağım zaman dedim ki “Bugün, bundan sonraki hayatınızın en güzel günü, bundan sonraki günleriniz bugünden daha kötü olacak”. Belliydi, öyle de oldu.
Bana hiiiiiç suç yüklemeyin, sizin yazınızı felek yazmış. Kim bu felek? Dünyanın kurulu düzeni, akıp giden zaman içindeki egemenler… Sizin yazınız ABD’de yazılıyor, Pentagon’da, CIA’da yazılıyor. İngiltere’de, Almanya’da, Tel Aviv’de, Moskova’da yazılıyor. Geliyorsun içeriye, Ankara’da yazılıyor, Beştepe’de, Balgat’ta, Söğütözü’nde, plazalarda, rezidanslarda yazılıyor. Ama siz yine de her şeyi benden istediniz. Sağlık isteyen, mutluluk, huzur isteyen, para isteyen, iphone telefon isteyen, makam isteyen, üffff neler neler. Selefimden de istediydiniz oldu mu? Yok. Hala neyi, kimden isteyeceğinizi, nasıl alacağınızı anlayamadınız bir türlü.
Bırakın yoksulluk, açlık sınırını, ölüm sınırındaki asgari ücreti ben belirlediysem Allah belamı versin. Açlığı, ölümü bırakın cehennem sınırındaki emekli maaşına rıza gösterdiysem kanım kurusun, kargalara leş olayım.
Gazze’deki katliamlarla, Afrika’daki açlık ölümleriyle ilgim varsa ocağıma ateşler düşsün.
Yüzlerce kadının öldürülmesinde, çocuk tacizlerinde, çaresizlikten canına kıyan garibanların vahim sonunda, en küçük sorumluluğum varsa şerefsizim, namussuzum.
Çocuk işçileri, inşaatlara ben mi çıkarttım? 20 milyon kişiyi bahis şirketlerinin tuzağına ben mi düşürdüm? Güllü’yü balkondan ben mi ittim? Milyonlarca ton uyuşturucuyu piyasaya süren baronlar cirit atarken, birkaç ünlüyü defalarca sabahın köründe gözaltına alıp çoğu negatif çıkan tahlillerle dikkatleri başka yere mi çektim? Devletin bankalarından yüz milyonlarca lira kredi verdiğim kişilerden tahsilatı yapmayıp, 3-5 bin lira vergi borcu olan mükellefe icrayı ben mi gönderdim? Öğrenciye çorba dağıtan başkana soruşturmayı ben mi açtım? Bunlarla uzaktan yakından bağım olduysa evimi akrepler sarsın, canavarlar lime lime etsin bedenimi.
En az 20-25 bin liraya çıkan kiralarda, doğal gaz, elektriğe, akaryakıta, harçlara, vergilere yapılan/yapılacak zamlarda, bir kalıp peynirin 400, bir kilo kıymanın 800 lira olmasında dahlim varsa cehennem ateşlerinde yanayım.
Onlarca başkanı, meclis üyesini, gazeteciyi, aydını haksız yere tutuklayıp boş peçete gibi iddianamelerle zindanlarda tutulmasından kahrolmadıysam, yattığım yer, yün tarağı olsun.
Garantili geçiş ücretleriyle hasta garantisiyle, uçuş garantisiyle çetelere milyarlar akıtılmasından sizin kadar içim sızlamadıysa ocağımda baykuşlar ötsün.
Birlerine 3-5 maaş, huzur hakkı gibi haksız kazançlar sağlayıp, yoksulun hakkını bir avuç yandaşa peşkeş çektiysem kan kusayım, yılanlarla yatayım.
Ferdi Zeyrek, Gülşah Durbay, Sırrı Süreyya Önder gibi bir çok kıymetli insanımızı, Edip Akbayram, Kâhtalı Mıçı, Volkan Konak, Ferdi Tayfur, Filiz Akın gibi onlarca değerli sanatçımızı aydınımızı kaybetmekten sizin kadar içim yanmadıysa iki cihanda gün yüzü görmeyeyim, yezide kul olayım.
Daha benden nefret etmenize neden olduğunu sandığınız ne varsa zerre kadar ilgim varsa Allah beni bildiği gibi yapsın. Dedim ya bana “sen sadece süre sahipliği yapacaksın, hiçbir şeye karışamazsın” dediler. Omuzuma rahmetli Adem Göçer’in davulu gibi bir davul astılar. Gelen vurdu, giden vurdu.
Onun için sizin bana kızmakta, nefret etmekte, lanet etmekte hiç haklı bir gerekçeniz yok. Ama ben size kızmakta yerden göğe kadar haklıyım.
Ülke acılarla, hüzünlerle, zulümlerle, sefaletle, çaresizlikle inlerken; insanlar beslenmek, doymak bir yana nefes alabilmek için gece gündüz heder olurken, bunca adaletsizlik, haksızlık ayyuka çıkmışken siz ne yaptınız? Her ülkede insan olmanın, vatandaş olmanın hakları var. Çiftçinin, memurun, işçinin, esnafın, öğrencinin herkesin yapacağı bir şeyler var. Yazarsınız, çizersiniz, konuşursunuz, gösteri hakkınızı, protesto hakkınızı kullanırsınız. Boykot gibi, grev gibi imkânlarınız var. Hanginiz ne kadarını kullandınız? Herkes bir kahraman bekliyor. “Muhalefet şöyle yapsın, CHP böyle yapsın, gençler yürüsün, kadınlar ses yükseltsin, işçiler grev yapsın, çiftçiler traktörle sokağa çıksın” gibi akıl vermelerle “ben evimde olanları televizyondan izleyeyim” diye kahramanlığı hep başkalarından beklediniz. Oysa kahraman sensin. Kahramanlık senin vicdanında, beyninde... “Herkes elini taşın altına koysun” denir ama gücün yoksa sen de elini taşın yanına bari koy. Herkes aynı mücadeleyi verecek diye bir şey yok. Kimi selam verir, kimi para verir, kimi zamanını verir, kimi emek verir, kimi özgürlüğünü verir, kimi de canını. Sen de kendine uyan bir şeyler ver ki, iyi şeyler beklemeye hakkın olsun. Bir kenarda terhis bekleyen asker bavulu gibi durup izlersen, o tezkerenin ne zaman geleceği, sana hayrının olup olmayacağı da belli olmaz.
Tüm bunlar olmamış gibi beni lanetle uğurlayıp, halefim 2026’yı yeni isteklerle, umutlarla, dileklerle karşılayacaksınız değil mi? Çok beklersiniz. Yıl sonunda onu da nefretle def edeceksiniz eminim. Bir daha söylüyorum. Unutmayın bugün, bundan sonraki hayatınızın en güzel günü. Bundan sonra her geçen gün emekli emekçi, yoksul için her şey daha kötü olacak. Sen akıllanmazsan.
Ben 2025. Gidiyorum.